14 Kasım 2016 Pazartesi

Çöplükten Notlar

Eski blogları çöplükten çıkarıp, üfledik üzerindeki toz tutmuş pikselleri.
Burası bir anı defteri olacaktı, bir anıdan ortaya çıkmış hayallerle yazacaktık öykülerimizi, Yaşanmış şeyleri anlatacak, yaşanmamışları da zamanla halledecektik. Birlikte edindiğimiz şiir kitaplarından en vurucu dizeyi seçmeye çalışacak, buradan paylaşacaktık. Yeni bir yazar keşfedecektik. Bu planlarımı bir sohbet sırasında dostuma anlattığım vakit; böyle bir şeyin hiçbir zaman olmayacağını, bu salak romantikliğinin hiç kimseye faydası olmayacağını belirtti. Haklıydı.
Hiçbiri olmadı. Birkaç ilişki geçti bu blogtan, birkaç insan. Yüzlerce anı. Anılardan hiçbiri birlikte değil. Belki Bir Semih Kaplanoğlu filminde dizime yatıp, filmi izleyişi vardı. Artık o ev bile yerinde değil. Onu bırakın, evin sahipleri bile yerinde değil, göçtüler. Üzüntülü iki çift göz bırakıp arkalarında. Ağlamayı beceremeyenler. En son o kötü olaydan sonra birlikte yürüdük. Hep aşındırdığımız yolu. Kek sözü vardı. Söz uçar yazı kalır derler ya, öyle olmuyormuş hiç.
Birlikte dediysek; O'nun aklında hep başkası.
Altın saçları geldi, seveceğini söyledi.
olmadı.
Biz sizin gözlerinizi çok sevdik.
Bize gelecek derken başkasına da gideceğini söylemiş, gitti.
Rafa taşıdık blogu.
Kapadık açmamak üzere, zamanla girip çıktığı defteri.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Kan Var Bütün Kelimelerin Altında

Posta arabalarından söz et bana
Kan var bütün kelimelerin altında
Ezop'un şu lanetli dilinden söz et
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık birgün olabilir bugün
Aslan kardeşçe uzanabilir kayalıklara
Bir çay söyle yağmurların kokusunda
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte durup dururken şurda
Bir yelpaze gibi açıldı sesin
Güzün en gürültülü kanadında
Göğün en ince dalında
Kan var bütün kelimelerin altında
Umulmadık bir gün olabilir cumartesi
Çığlığındaki sessiz harfler
Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında
Ne güzel konuşur sokak satıcıları
Fötr şapkalarıyla ne kalabalıktırlar
Ve çiçekçi kızlaırn göğüsleri
Daha suçsuzdur kırlangıç yumurtasından
Kan var bütün kelimeleirin ardında
Yaprağını dökecek ağaç yok burda
Ama ışık sökebilir olanca renklerini
Sürekli işbaşındadır bellepin
Tanık şairler arasında
Oyuncu arkadaşlar arasında

Yolculuk bir kafiye arayabilir
Atının kuyruğundaki düğümde

Ölüm bir kafiye arayabilir
Ak gömleğinde

Yol bir kafiye arar ve bulur
Dönemeçlerin benzerliğinde

Kan var bütün kelimelerin altında
Bir gül al eline sözgelimi
Kan var bütün kelimelerin altında
Beş dakka tut bir aynanın önünde
Kan var bütün kelimelerin altında
Sonra kes o aynadan bir tutam
Beyaz bir tülbent içinde
Koy iç cebine
Bütün bir ömür kokar o ayna
Kan var bütün kelimelerin altında
İşte o kandır senin gülüşün
Sızmıştır hayatın derinlerine
Siyahtır orda kırmızıdır
Daldan dala atlar
Sever çocuklara anlatılan masalları
Ama iş savunmaya gelince
Yalnız alevi savurur
Ve güneşin solmaz çekirdeğini
Yalnız doruklarda

Umulmadık bir gün olabilir bugün
Kan var bütün kelimelerin altında
                                 Cemal Süreya

9 Ekim 2012 Salı

Yalnızlık Şiiri

Bilmezler yalnız yaşamayanlar, Nasıl korku veriri insana; İnsan nasıl konuşur kendisiyle; Nasıl koşar aynalara, Bir cana hasret, Bilmezler.

8 Ekim 2012 Pazartesi

İlk Yumurta

  Bilmiyorum siz benim gibi misiniz? Değilsinizdir herhalde. Niye benim gibi olacaksınız zaten! Benim gibi olmanın bana bir yararı yok ki, size pansumanı olsun! Gel dikiz ki, ben böyleyim. Bu bir yaratılış konumu. Herkes benim gibi olmak zorunda değil. Ve fakat benim gibi olmayanlar, hiç olmazsa kendileri gibi olabilseler! Ne gezer? Onlar da herkes gibiler. Herkes gibi olmak bir tür sığınak. Sivri biber gibi ortada kalmanın insancıl ürküntüsü ve sürüyle gezmenin, kaval sesiyle süslenmiş güvencesi. Neyse ki öbürlerinden farklı olmak için yaratılmış, benim gibileri var ve iyi ki çoğunlukta değiller. Çünkü herkes benim gibi olsaydı, ben de herkes gibi biri olacaktım. Korkarım, kendimi çok daha yalnız, alıngan ve nezle hissedecektim. Aynalı çarşı bir gezintiye dönüşürdü yaşam, bu herkes "ben" dünyada.
  - N'aber ben?
  - Biliyosun!
  Konuşacak şeyimiz de kalmayacaktı. Şimdi var mı sanki? Giderek yitiriyoruz cümle kurma becerimizi ve yürekliliğimizi. Olabildiğince saydam ve dört bir yana bükülgen tümcelerle idare ediyoruz vaziyeti. Boş konuşmayla sayıklama arasında gidip gelen içe dönük söylenmeler halindeyiz. Kimsenin birbirini dinlememesi anlaşmamızı sağlıyor. Sizi bilmem, fakat ben doğduğumda dört buçuk yaşımdaydım. Garip ve fakat gerçek! Buna ebem de çok şaşırdı, ebemkuşağı da. Ebem kuşaklıydı. Yani doğumumdan itibaren yaşıma göre çok ileri bir çocuktum. Her çocuk öyle olmaz. Hiç bi bok olamayan çocuklar da var. Beş yaşına gelip tay tay duramayan, on yaşında saate bakıp anlamayan, onüç yaşında doğru dürüst konuşamayan çocuklar var. Onlar da yaşlarına göre az biraz geri kalmış çocuklardır. Hoş, onüç yaşında konuşamayana pek çocuk denilemez, bu gibilere tıpta "sujet" diyorlar! Coğrafyada ne diyorlar bilemiyorum! Pek bir şey demezler herhalde. Coğrafya genel olarak bu tür iç organsal konuları incelemez. Yirmibeş yaşında hala biberondan vazgeçemeyen oğlan çocukları ise çocuk sınıflandırmasına girmez; onun artık, hemen sünnet ettirilmesi, annesinden çok daha genç bir hanım tarafından emzirilmesi lazım.
  Konu açma gibi ortalığa yayıldı, bir saçmalık panayırı biçiminde. Kimbilir neyin hipotenüsü olarak, doğduğumda dört buçuk yaşımdaydım, beş yaşıma ulaşmam gereksizce altı ay kadar sürdü. İlk oyuncağım olmadı, onunla oynamamış oldum. Doğrudan ikinci oyuncağımla giriş yaptım oynama dünyasına. İlkokul için iri bulundum, ortaokuldan başladım eğitimime. İlk paltom, ikinci el bir paltoydu, daha önce kuzenim giymişti. O da onun ilk paltosu muydu, bilemiyoruz... İlk sevgilim konusunda çok zorlandım. Bu gereksiz zorlama sonucu, ilk sevgilim olmadı, hemen ikinci sevgilimi bularak işe koyuldum. İlk fındık kırışımda, az kalsın dişimi kırıyordum! İlk aşkı hiç yaşamamak lazım. Yaralayıcı, yıpratıcı ve süründüratif ve iz bırakıcı olur ilk aşklar. Doğrudan ikinci aşkla girişmek lazım konuya.
  İlk kitabım Kazancı Yokuşu'nu yazdığımda ustam Haldun Taner'e okuttum. Arka kapağına düşüncelerini yazmasını rica ettim. Beni heveslendirici, yol gösterici, övgüler yazdı, ancak dedi ki:
  -İlk kitaplar hep ziyan olur. İlk kitabı yazmamak lazım.
  Yumurtasız sahanda yumurta yediniz mi hiç? Ben de yemedim, ama durum başıma geldi. Bir turnede, sabahleyin hızla çıktım, odalara kahvaltı vermeyen bir otelden... Kahvaltı vermiyor, çay, kahve veriyor.
  -Git lan şurdan bana simit al!
desen, alıyor ve fakat odalara kahvaltı vermiyor! Bezdim bu yola gelmez, gözleri bir Ortadoğu sersemliğini genel bakış edinmiş otelcilerden. Bütün bezginliğimle bastım gaza. Yol üstünde bir yerde durdum kahvaltı etmek üzere. Sahanda yumurta söyledim. Bir sünepe garson bin naz ile servis yapıyor. Neyse, sonunda getirdi sahanı, salınarak gitti. Açtım sahanın kapağını, içinde yumurta yok. Sahanın sosyal içeriği hafif erimiş kızgın yağ! Ne lan bu? Yani ;
  - Ne lan bu?
sorusunun tam zamanı, ancak fırçayı haketmiş garson ortada yok. Bir şeyler yiyip hemen sigara içme derdindeyim. Söz konusu lan bulunana kadar, ekmeği bandım yağa, midemin kazıntısını bastırıp yaktım sigarayı. Birden masamda bitiverdi, gündemi oluşturan sünepe lan.
  - Nerde lan bu sahanda yumurtanın sahana geçici arkadaşlık etmekle yükümlü yumurtaları? Sahanı mı yiyeceğim?
sorum karşısında, sünepe lan bir süre şaşkınlıkla sahana baktı, bana baktı. Havadaki nem oranına baktı. Çevresine baktı, önüne baktı, ikimiz aynı anda keşfettik iki ayakkabısı üzerine kırılmış iki yumurtayı. Sünepe olduğu denli sersem olan lan, yumurtaları sahanın içine denkleştirememiş! Ve de bunun farkında değil!
  - Pardon ağbi, yumurtaları sahanın dışına kırmışım, o sırada televizyona bakıyordum! Ayakkabılar da  mahvoldu!
  - Çocuğum sen hayatında ilk defa mı yumurta kırıyorsun?
diye sordum, espri olsun diye. Espri yaparken acı gerçekle burun buruna geldim.
  - Evet ağbi, aşçı bugün izinli de, ben ilk defa yumurta kırıyorum!
dedi, sünepe olduğu denli sersem olan lan.
  - Salak mısın çocuğum sen! İlk yumurtayı kırmamak lazım! Ayrıca bütün tavuklara da bildir; ilk yumurtayı yumurtlamamak gerek!
                                                   Ferhan ŞENSOY - EŞEĞİN FİKRİ
                                                   Bilgi Yayınevi


  
Diyerek başlıyoruz bu blogda ki yazın hayatımıza, malum ilk yazıyı yazmamak, direk ikincisinden başlamak gerek! Merhaba! -Al gözüm okueyle!